Wednesday 10 February 2016

Kötülük Hafızası: Cumhuriyet’in Diyarbakır’da Kimlik İnşası


Hasip Bingöl



Bünyesinde farklı etnik ve dinî grupları barındıran Modern dönem öncesinin siyasal yönetim yapıları İmparatorlukların, yükselen milliyetçi ideolojik dalgaya mağlup olarak tarih sahnesinden birer birer silinmesiyle yerine bu zemin üzerine inşa ve ikame edilen ulus-devletlerin dayandığı akıl, başta özgürlükler olmak üzere, pek çok alanda bir sorun ve sorunsal olarak bize tevarüs etmiştir. Söz konusu bu yapı günümüzde güçlü bir şekilde varlığını devam ettirmektedir. Entelektüel aklın teoride mesafeli durduğu bu marazi durum, neredeyse çağımızın en muteber -Ernest Gellner’in (1983) ifadesiyle söylemek gerekirse “siyasal meşruluk formu”- siyasal anlayışı olarak kabul görmekte ve her geçen gün taraftar bulmaktadır. Bu saikler dolayısıyladır ki milliyetçi ulus-devlet ideolojisine yaslanan müesses nizamlar zayıflamak yerine giderek güçlenmekte, yerküre sathında pratik sonuçlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Hayatımızı ihata eden “ulusçuluk/milliyetçilik, zamanımızın politik hayatının en evrensel biçimde meşru kabul edilen değeri”dir, der Anderson (2004: 17). Ne var ki sözü edilen bu evrensel meşruiyet, İmparatorluklar çağında son derece silik ve geçişken olan sınırların ulus-devletlerle beraber muayyen ve katı hale gelmesine yol açmıştır. Seyahat ve dolaşım özgürlüğünü ciddi manada kısıtlayan, insanları belli bir coğrafi bölgeye hapseden ulus-devlet ideolojisi, aşılması gereken bir anomali olarak yadırganmak bir yana, giderek tahkim edilen bir şeye dönüşmüştür. Serdar Kaya, ulus-devletin özgürlük tasarrufu konusunda şöyle der:


Ulus-devlet fikriyle birlikte, ülkeler arasındaki sınırlar da eskisine göre çok daha belirginleşmeye ve seyahat özgürlüklerini dahi önemli ölçüde kısıtlayacak derecede yükseldi. Bir anlamda herkesi kendi ülkesine hapseden bu süreç, merkeziyetçiliğin de artmış olmasının yardımıyla insanları tek tipleştirmeye başladı. Farklı kimliklere sahip olan insanlar, tek bir “milli” kimliğe asimile edildiler. Örneğin, Fransız İhtilâli gerçekleştiğinde halkın yarısı dahi Fransızca bilmezken, Fransız devleti zaman içerisinde “dil birliği”ni sağladı. Çok sayıda küçük devletten oluşan bir yarımada durumunda olan İtalya (ve İtalyanca) için de durum bundan çok farklı değildi. İtalya’nın 1800'ʹlü yıllar boyunca süren ve Risorgimento adı verilen birleşme süreci esnasında, “İtalya’yı ortaya çıkardık, şimdi de İtalyanları ortaya çıkarmamız lazım” demiş olan milliyetçi lider Massimo d’Azeglio’nun, bu sözüyle uluslaşma sürecinin ifade ettiği anlamı özetlediği söylenebilir.
(Kaya, 2010: 121-22)
Ancak günümüz iktisadi şartlarının dayattığı bir zorunluluk olarak sermayenin dolaşımı, ulusları aşan küresel ekonomik pazar ve rekabetle beraber gelişen küresel ekonomi piyasası, yine buna bağlı olarak dolaşımdaki rant, ulus-devlet yapısında kısmen de olsa esnemeler meydana getirmiştir. Bunun bir sonucu olarak teşekkül eden Avrupa Birliği ve buna bağlı olarak Avrupa’da büyük oranda gevşek sınır uygulamalarına geçiş, milliyetçiliğin geriletilmesi manasına gelmese de, ulus-devletlerin geleceğine dair serbest dolaşım hürriyeti ve yapısıyla alakalı olarak kimi ipuçlarını barındırmaktadır. Dolayısıyla “uluslarüstü (supranational) bir yapının ifadesi olan Avrupa Birliği, aynı zamanda modernite sonrasına yönelik olan bir arayış durumunda,” şeklinde yorumlar Serdar Kaya. Ancak sözünü ettiğimiz bu esneme ve geçişlilik, modernite sonrasına ilişkin birtakım emarelere karşın, şimdilerde daha ziyade ekonomiyle çerçevelenmiş kapitalist bir hüviyeti haizdir. Yoksa milliyetçilik ideolojisinin somut bir veçhesi olarak ulus-devletler siyasal ve coğrafi bütünlüğünü muhafaza etmede herhangi bir şeyi kaybetmiş değiller.


(DEVAMI İÇİN:

http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/7469/kotuluk-hafizasi-cumhuriyet-in-diyarbakir-da-kimlik-insasi#.VrujbxiLRdg


23 Ocak 2016,
BİRİKİM Dergisi

İş Hâli