Wednesday 20 March 2013

KENDİNE İRCA EDEN ÇEVİRİ: TÎJBAZÎ

Hasip Bingöl


İki türlü şair vardır: Şiirlerini on sekiz yaşındayken yakan iyi şairler ve ömür boyu şiir yazmaya devam eden kötü şairler, der Umberto Eco. Her ne kadar Nurettin Durman ismiyle özdeşleşen, onu öne çıkaran, hatta neredeyse isminin önüne geçen şiiri Şeyh ve Ölümolsa da, bir toplam olarak Nurettin Durman şiirini genç, dinamik ve on sekizinde tutan ise Durman’ın hesabı kitabı yapılmış, ancak hesaba kitaba gelmeyen, Işık Oyunları isimli şiir kitabıdır. Araf, Mahşer ve Makam isimli kapılardan dâhil olunabilen üç hane ve her bir hanesi on birer mısradan bina edilmiş üç yüz altmış beş mısra yekûnlu kitap, biçimsel bakımdan bir hesaba kitaba gelirken, şiirin ve dolayısıyla şairin ruhsal atmosferi bakımından bir hesaba tabi tutulması zor görünmektedir. Işık Oyunları şiiri, şairini kuşatan bir şiir olarak okunabilmektedir. Şiirin ses tonu, ritmi, müzikalitesi, kelimeler arasındaki münasebet, söylenişteki rahatlık bir bakıma bu kuşatıcılığı sağlayan hususlar olarak dikkatleri çekmektedir. Hatta denebilir ki, Nurettin Durman şiirini İkinci Yeni şiiri ile adeta yan yanalaştıran, okuyucuyu İkinci Yeni şiiri ile karşı karşıya getirip buluşturan bir şiirdir, Işık Oyunları. Derin bir hüznün, kederin,  aşkın ve öfkenin toplamına denk gelen hayatların durmadan kanatıldığı, mevsimlerin gelmekte acele ettiği ve eksik yaşandığı bir mekânın ve zaman içinden seslenen bir şiirin fotosureti olarak karşımıza çıkar Işık Oyunları. Şehre ve şiire rızayı bari ile salınır o mübarek ve lahuti nefes! Büsbütün olarak herhangi bir dil’e karşılık gelmese de, için’de ol! denilen, içine fırlatıldığı ve içinde boy verdiği sesin, tınının ve dahi dilin rengidir Durman şiiri.

Bütün bu söylediklerim ve elbette söyleyemediklerim dolayısıyla Nurettin Durman’ın Işık Oyunları’nı onun içine doğduğu, onda kün sırrına mazhar olduğu, “Bir şey var ki çok kıskandığım, Zazalık, Cemal Süreya’dan sonra en çok ona yakışıyor”u kulaklarımıza fısıldayan Metin Kaygalak’ın sözünün esrarıyla, zahirine aldandığımız; ancak aidiyetini ruhunun derinliklerinde barındırdığı dile, Zazaca’ya çevirmek, âcizane bizlere nasip oldu. TÎJBAZÎ ismiyle okuru selamlayan Işık Oyunları’nın Zazaca çevirisinde muhakkak ki çeviriden kaynaklı kusurlarımız söz konusudur. En iyi çeviri, yüzde seksen hatalıdır, diyen Roland Barthes’in fikri ortada iken, çevirimizin mükemmel ve noksan olmadığını söylememiz söz konusu olamaz. Ancak, hataları minimize etmek için çeviriyi uzun bir zaman dilimine yayma yolunu tercih ettim. Üç dört yıla yaydığım çeviri, farklı zamanlarda ve neredeyse her defasında yeniden çevrilmiş oldu. Fakat çeviride işimi kolaylaştıran yegâne husus şu oldu. Işık Oyunları şairi, her ne kadar Zazaca’yı unutmuş olsa da, onun şiirinin ruhsal yapısı dilsel bakımdan Zazaca’dır. Türkçe okuduğumuz “Işık Oyunları”, ruhunun derinliklerinde, anlam katmanlarında, karşımıza Zazaca olarak çıkmaktadır. Bu da, çeviride bir bakıma kolaylığı sağlayan husus oldu. Öyle ki, neredeyse bir metni, yeniden kendisine çevirmiş olduk.

Wax sarê mi rê wax sarê mi rê
Mi çi qeza-bela ardi sarê xu ser
Bêela-bêbela mi çi gunêy kerdî
Eg ez çirron-kerbelon ra gêrawo a
Ini agêrayîş mi dest d’ nêbi
Mi nêzona çira aşq hendêk xuwarin u
Heyatê ma d’ ryeçon xirabinon verdeno
Ez nêeşkîyawo xu bînati ra kaşkerî vejî
Ini dej îna dusa min’a kî ez tera nêxelisyeno
Çi beno wa bibu mi pê na ᶜacizîya xu
Mi nefsê xu eşt binê lingonê xu
Ez omîyo dergahê tu.

(kîtab ra letêk/kitaptan bir parça)


Tîjbazî,
Tirkî ra Zazakî: Hasîp Bingöl
Işık Oyunları (şiir), Nurettin Durman
Erguvan Yayınları
Şubat 2012


 İZAFÎ Edebiyat Dergisi, Mart-Nisan 2013, Sayı:9

Friday 1 March 2013

NİYET VE İDEOLOJİ: SEZAİ KARAKOÇ ŞİİRİNDE ÖTESİNİ SÖYLEME DENEMESİ

Hasip Bingöl*

Şairin niyeti ile şiirin imlediği şey örtüştüğü oranda hakikatten ve sahihlikten bahsedebiliriz. Bu bahsedişi mümkün kılan şey beraberinde bir tartışmanın kapısını da aralar. Şairin hakikat habercisi, şiirin ise hakikat olduğu veya hakikat denilen şeyin neye tekabül ettiği? Bu ve benzeri soruları bağlamda çoğaltmak mümkün. Soruları çoğaltmak yerine, bu türden soruları imleyen zihinsel aktivasyonların, söz konusu tartışmayı daha anlaşılır kılacağı kanaatindeyim. Zira metnin yaratıcısını dolayısı ile yazar/şairin niyetini metinden ayrı görmek bir problem olmanın yanı sıra başka türden durumları tebarüz eder. Bu noktada Roland Barthes’in sözünü ettiği “yazı üstüne yazı” yahut “söylem üzerine söylem” fikri bir sorunsal olarak karşımıza çıkar. Dışarıdan bir gözün ve zihnin, yaratıcısını terk eden metinle kurduğu ilişkinin oluşturduğu anlamdır söz konusu olan. Artık yazarın niyeti ne olursa olsun, okuyucu(lar) kendi anlamlarını üretmektedir. Böylece yeni bir şey ortaya çıkmakta, bu yeni şey, yaratılan metnin dışında, okuyucunun (buna eleştirmen de diyebiliriz) yarattığı metindir. Başkasının ürettiği anlam olarak bu yeni şey, eleştirel üst-dil olarak da tanımlanabilir. Sözünü ettiğim durum bir paradoksal olup, bu paradoksallık şairin niyeti ile metnin imleyeninin hakikat ve sahihlik dediğimiz örtüşen ile şairden ve metinden bağımsız gerçekleşen, söylem üzerine söylem’de tezahür eder.
Bu yazıda Sezai Karakoç’un Ötesini Söylemeyeceğim şiirini, genel olarak, sözünü ettiğim şair ve şiirin niyeti ile okurun metinle ilişkisinde inşa ettiği/edilen söylemin hakikat ve sahihlikle hangi anlamsal çerçevede karşılaştığına eğilmeye çalışacağım.
(...)

(devamı....)
Varlık dergisi, Şubat 2013 sayısı

İş Hâli