Wednesday 29 July 2015

Dekoratif malzeme olarak dil

Hiçbir yapı, oluşum ve inşaya, gerekçe ne olursa olsun, hiçbir dil feda edilemez. Ve hiçbir inşanın yahut dilin geleceği bir başka dilin ölümü üzerine kurgulanamaz. Anadili Zazaca olan biri olarak, her dilin yaşama hakkını savunuyor, geleceğini önemsiyor ve eğitimde kullanılmasının insani ve demokratik bir hak olduğunu kendi adıma kayda geçiriyorum.

12/03/2015

http://www.radikal.com.tr/yenisoz/dekoratif_malzeme_olarak_dil-1124676


Adımları çoğaltmak, sesi söze dönüştürmek, sözü çoğaltmak, telaşı azaltmak, insanı ve odaları fark etmek… Her insan içinde bir oda taşır” der Franz Kafka, odayı ve insanı kıymetli kılarak. Kuşkusuz her oda insanın biricikliğine, şeyler dünyasında onun anlamsallığına işaret eder. Bu anlamsallık, Kafka’nın oda metaforuyla zihinlerimizde somut hale gelen ve dil’i mündemiç anlamsal bir dünyaya tekabül eder. Hiç şüphesiz insan yazdıklarıyla, sanatıyla, sesi ve sözüyle içindeki biricik odaları mücessemleştirir ve varlığını kıymetli kılar. Zira varlık, ancak dille ilişkisinde bir kıymeti harbiye ifade eder. “Dil varlığın evidir” diyen büyük filozof Heidegger, dilin varlık ile ilişkisinde olmazsa olmaz bir anlamsallığı kasteder ve meseleyi sarahate kavuşturur. Artık dil bizzat varlığın kendisi, özü ve sözüdür. Dilin varlığa tekabül etmesi, sesin söze tekabül etmesiyle tezahür eder. Varlığı anlamlı kılan, onu unutulmuşluk vadilerinin derinliklerinden çekip sathı muhayyilelere düşüren şey, onun sanat ve edebiyatla kurduğu ilişki yahut ona ne kadar dokunduğu ile alakalı olduğudur. İnsan yaşamı, serüveni ve hissiyatlarından doğan sanat ve edebiyat, sözde karşılığını bulur. Bu söz, hiç kuşku yok ki dilin kendisidir. Sözün sahipleri elbet bir gün tebarüz edip onu bulunduğu iç odalarından gün yüzüne çıkaracaklardır. 

Bir yazının boyutlarını ve sınırlarını aşan meselelerle boğuşan, hakkında raporlar hazırlanarak neredeysen nostaljik ve dekoratif bir şeye dönüştürülen ve adeta salâsı için ellerin kulaklara götürülmekte olduğu bir dilin -Zazaca- sekerat-ı mevtinden bahsetmek bir ölüm değilse nedir? Hele bu dil, işbu satırları kaleme alan benim anadilim ise, hangi sözcüklerle meseleyi izah edebilir, hangi cümlelerle ifade-i meramımı, feryâd ü figânımı haykırabilirim? Yahut kim Tanrı’nın bir yerinden hançerlenmediğini, bir ışığın kaymakta olmadığını haber edebilir? Her ölüm erken ölümdür diyen şairin, bu dizeyle adeta kendi anadilinin ölümünü vaa zettiği soğuk bir çıplaklık olarak yüzümüze çarpıyor. Belki de yitip gidiyor dünya cehenneminden bir halkın düşleri, düşünceleri, renkleri ve dili. Ve bir dil bu dünyadan göçertilirken Tanrı susar. Ve gözü mal biriktirme ve toprak hırsı ile kan bürüyen çağımızın kapitalist ve monist düşünce(sizlik) sahibi insanı, işe Tanrıyı susturmakla başladı. 
Tanrım! Yitip gitmekte olan dilinle sana sığınıyorum, kutsallar inşa eden kullarının şerrinden. 

Zaza dili etrafında dönen güncel ve siyasal tüm tartışmaların dışında ve uzağında, insani ve vicdani bir hassasiyetle ipe dizeceğim sözlerimi. Giderek onulmaz bir yaraya dönüşen, çanların kendisi için çalınmaya başladığı, hüznümüzü günbegün ziyadeleştiren, Tanrının yeryüzü ayetlerinden ve en güzel renklerinden biri olan bu dil, maalesef üniterci ve ulusçu fikirlere kurban edilmek üzere. Son yıllarda her ne kadar bu dilin damarlarına yeni ve taze kanlar zerk edilse de hazırlanan (her yıl 21 Şubat Dünya Anadilleri Günü münsabetiyle) dil raporları ve atlaslarında tehlikenin devam etmekte olduğu, yaşam destek ünitesinde bitkisel hayat mücadelesi verdiği artık çoğumuzun malumu. Bunu tersine çevirmek, teslimiyetçi bir tavır takınmamak icap eder her şeyden önce. İşe, düşlerimize sahip çıkarak başlayabiliriz. Hakikat ve adaleti arzular ve tesis edilmesi için gayret sarf edersek, düşlerimiz gerçekleşir ve kolaylıkla teslimiyetçiliğin üstesinden gelebiliriz. Zira adalet ve hakikatin tesis edildiği yerler, rengârenk dil ağaçlarıyla tezyin edilmiş bahçelerdir. Varlığın anlam bahçeleri... İçinde bulunduğumuz çağın gerekleri ne ise, dil adına bu bahçelerden maksimum oranda yararlanmalıyız. Öyle ki günümüz iletişim ve teknoloji çağında hiçbir dil eğitim dili olmaksızın geleceğini garanti altına alamaz. Bu nedenledir ki, içine doğduğum, gözümü ve gönlümü onunla bu dünyaya açtığım anadilim Zazaca ve dahi yeryüzündeki bütün diller, her türden siyasal ve ideolojik fikirlerden daha yüce, aziz ve münezzehtirler. Hiçbir yapı, oluşum ve inşaya, gerekçe ne olursa olsun, hiçbir dil feda edilemez. Ve hiçbir inşanın yahut dilin geleceği bir başka dilin ölümü üzerine kurgulanamaz. Anadili Zazaca olan biri olarak, her dilin yaşama hakkını savunuyor, geleceğini önemsiyor ve eğitimde kullanılmasının insani ve demokratik bir hak olduğunu kendi adıma kayda geçiriyorum. 

Ezcümle, yapılması gereken son derece basit. Politik ve palyatif çözümler yerine hakkaniyetli, adil ve kalıcı çözüm yöntemlerine başvurmak. Aksi halde her faniyi Tanrı’ya havale eder, yaralarımızı tuzlar ve Metin Kemal Kahraman gibi, “Dewrano, no dewr, dewrê vergon vêşanano!/ Ah bu devir yok mu, bu devir aç kurtların devridir” der, geçeriz. 

İş Hâli