Tuesday 25 February 2014

Şiire Bulaşmak Peşinen Ötekiliğe Razı Olmaktır


POETA NON GRATA

HA: Uzun bir aradan sonra ikinci şiir kitabınız çıktı. Şiir serüveninizde değişen bir şey var mı, ya da söyle: düne göre bir değişiklik söz konusu mu?
hb: Doğrusu yazma işi benim için rutin bir mesele değil, olmadı da. Yazma işine ontolojik bir yerden bakmaya gayret ediyorum. Zaten şiir doğası gereği ontolojik bir şeye tekabül etmez mi? Şiir, bir miktar ilham, bilgi ve çabadan mürekkep bir hikmet halidir nazarımda. Hâli ve hakikati mündemiç bir hikmet. Buradan bakınca, aradan geçen süre çok da bir anlam ifade etmiyor artık. Zaten siz de fark etmiyorsunuz, hatta edemiyorsunuz. Onun için geçen zamana değil, ne yazdığıma, nasıl yazdığıma ve yazdıklarımın, zerre de olsa, bir şeye deva niteliği taşıyıp taşımadığına bakarım. Bunu ziyadesiyle önemserim. Şiire böyle bir yerden bakmaya gayret ediyorum. Bugün derdi, kederi, meseleyi şiir dediğimiz enstrümanla dışa vuruyorum. Kim bilir belki yarınlarda bir başka enstrümanı kullanacağım. Buradan hareketle ifade etmek gerekirse, şiir serüvenimde öyle her şeyi tersyüz edecek bir kırılma yahut değişiklik olmadı. İlk kitaptaki şiirler, belki bir miktar daha örtük, sakınımlı bir dille söylenmiş iken,  yeni kitapta bu örtünün bir miktar kenarından köşesinden sıyrıldığı ve dış dünyanın anlamsallığına göz kırptığı söylenebilir. Kimi zaman günahlarımızı yüzümüze karşı ima eden bir ayna gibi. Yani bir değişiklik olarak denebilir ki, yeni kitabın politik aurası mahiyet bakımında daha kapsamlı.

IMG_0388 (1)
 HA: Poeta Non Grata (İstenmeyen Şair) ne demek, biraz açar mısınız? Bu bireysel olarak bir ötekiliğe mi işaret diyor, içtimai bir şeye mi yoksa daha derinlerde başka bir şeye mi işaret ediyorsunuz?
hb: Şair, yazdıklarıyla zaten kovulmuş bir lanetli değil mi? Platon’un devletinden kovduğu, kutsal kitapların cehennem çağrıcısı bir yalancı olarak lanetlediği kişiden bahsediyoruz. Bunlar bir yana, içinde yaşadığımız zaman diliminde bireysel ötekileştirmelerden ziyade toplumların birbirini ötekileştirdiği, yok saydığı, varlığını bir başkasının yokluğu üzerine inşa ettiği bir zamandan ve durumdan bahsediyorum. Hal böyle olunca şiire bulaşmak peşinen ötekiliğe razı olmaktır. Bütün mesele bu “ötekiliğin” bilincinde olmaktır. Bu endişeyle yazmıyorsanız, iktidarların, erkin yedeğine düşmeme ihtimaliniz yok zaten. Şair sözü erki rahatsız etmiyor, onun uykusunu kaçırmıyorsa bir şeyler tuhaf gidiyor, bir yerlerde marazilik söz konusudur. Şayet resmî olanın dışından geliyor, hatta ona cebren dâhil ediliyor ve bir iddia olarak onun üzerine çıkmayı yazdıklarınız ima ediyor ve söylüyorsanız, istenmeyen olmaya hazırsınız demektir. Bunu hatırda tutarak yazmaya gayret ediyorum.

IMG_0401
 HA: Şiir kitaplarının çıkma aralığı yani iki kitap arası zaman, buna doğal zaman da demek mümkün, genelde 2-3 hadi bilemedin 3-4 yıl olur. Ancak Kayıp Tablet’in çıkış tarihi Şubat 2007,  yeni kitap Mart 2013. Altı (6) yıl geçmiş ve 7. yıldan gün alınmış. Nedir bu gecikmenin sebebi?

hb: Son yıllarda şiir kitabı yayımlamanın bir takvime bağlandığı simülasyonu söz konusu zannımca. Şayet bir PR çalışması içindeyseniz, evet, bu takvimi ıskalamamalısınız. Zira, unutmak ve harcanmak gibi bir durumla karşı karşıyasınızdır demek. Bu durumda bir hesap kitap içine girmeniz gerekir. Ancak unutmamamız gereken bir şey varsa o da şiirin hesaba kitaba gelmediği. Kendi adıma şiire ilişkin hiçbir hesabın kitabın içinde olmadım. Belki de bundandır gecikmenin sebebi. E, bir miktarda yayınevlerinin şiire olan ilgisini de eklemeliyim.

Söyleşen: Hüseyin AKIN

http://kacakyolcu.com/istenmeyen-sair-konustu-siire-bulasmak-pesinen-otekilige-razi-olmaktir/

Sunday 16 February 2014

AŞK GÖMÜLÜ DEFİNE: VÎS Û RÂMÎN





Hasip Bingöl




Dost olsun, düşman olsun sözünü söyle
Herkes dinlesin “iyidir” desin
‘Vîs û Râmîn’

Romanın hayatımıza dâhil olması yahut bizim romana teveccüh etmemizle geri plana ittiğimiz, ancak edebiyat geleneği içinde son derece önemli yer işgal eden, ‘anlatılan hikâye’ ve ‘anlatımı’ bakımından klasik dönem tasnifi içinde, genel kabul olarak, modern edebiyat türlerinden ‘roman’a karşılık gelen ‘mesnevî’ genel/popüler okur nezdinde rağbet görmese de edebiyat geleneği içinde kıymeti halen mahfuzdur. Mesnevî, salt edebiyat geleneği açısından değil, aynı zamanda yazıldığı dilin ait olduğu gelenek hatta bütün bir kültür hakkında müracaat edilen bir hüviyeti haizdir. Gelenek içinde ‘gazel’ ve/ya ‘kaside’ daha ziyade ön plana çıkmış olsalar da, muhteva bakımından mesnevî daha fazla ilgi görmüş, diyebiliriz. Bu ilgi bizce gazel ve kasidenin ‘bireysel’ olanı merkeze alan anlayışına mukabil, mesnevînin daha geniş muhteva yelpazesine sahip olup bir anlamda ‘toplumsal’ olanı merkeze almasından ileri gelmektedir. Zira pek çok mesnevînin konusu toplumun hafızasında yer eden, dilden dile aktarılan ve kültürün kopmaz parçaları haline gelen ‘halk hikâyeleri’ne dayanmaktadır. Bu durum, mesnevînin içinde ‘üretildiği’ toplum tarafından karşılık bulmasını sağlamıştır.

İRAN'IN İLK MESNEVİLERİNDEN 
İran edebiyatının bir türü olarak neşvünema bulan mesnevî, buradan diğer toplumların edebiyatına geçmiştir. Mesnevî geleneği bakımından son derece zengin olan İran edebiyatında ilk mesnevîlerden biri de -belki de en eski- Vîs û Râmîn’dir. Söz konusu mesnevî, yakın zamanda Prof. Mehmet Kanar tarafından Farsçadan Türkçeye manzum olarak tercüme edildi ve Ayrıntı Yayınları tarafından Vîs İle Râmîn adıyla yayımlandı. İran edebiyatının mutlu sonla biten, aşkı konu alan trajik halk hikâyelerinden oluşan Vîs û Râmîn, XI. yy’da İranlı şair Fahreddîn Es’ad-i Gorgânî (öl.1054) tarafından aruzun hezec bahrinin Mefâîlün mefâîlün feûlün kalıbıyla Pehlevî dilinden Farsçaya nazmedilerek çevrilmiş bir mesnevidir. Lakin Vîs û Râmîn hikâyesinin ilkin Eşkânî dilinde yazıldığı, ardından Sâsâsanîler döneminde Pehlevî diline çevrildiği kuvvetle muhtemeldir.
Hikâyede, Şah Mûbed’in karısı Mervli Vîs ile Şah’ın kardeşi şehzâde Râmîn’in aşkı dile getirilmekte. Büyük maceralara sahne olan dillere destan Vîs û Râmîn aşkı, mutlu sonla bitse de bu ‘mutluluk’ kısa sürer. Zira bir müddet sonra Vîs ölecek ve Râmîn de kendini ülkesinin yönetimine adayacaktır. Beşeri aşkın dile getirildiği, konunun son derece cesurca işlendiği Vîs û Râmîn, bu yönüyle gerçek bir hikâye olmaktan uzak, kahramanlarının muhayyel olduğu tahmin edilmektedir. Gorgânî bu mesnevîsiyle başta Nizâmî ve Mevlânâ olmak üzere kendinden sonra gelen pek çok şairi etkilemiştir.
Osmanlı dilinde bilinen tek Vîs û Râmîn çevirisi Lami’î Çelebi (1472- 1532)’ye aittir. Ancak Çelebi, eseri çevirirken hikâyedeki Zerdüştî inancına ait umdeleri, batıl anlayışları, gayr-ı İslâmî unsurları çıkarır. Çelebi, hikâyeye eklemeler yaparak kahramanları mutlak doğruya, ideal olana götüren ‘şeyh’ler yerleştirir. Zerdüştîlikle ilgili kısımları çıkarıp mesneviye tasavvufî bir hava veren Çelebî, hikâyenin başında Zerdüşt olarak tanıttığı Veyse’yi (Vîs) sona doğru Müslümanlaştırır. Mehmet Kanar ise çeviriyi İranlı Profesör Mucteba Minovî tarafından Farsça yayımlanan eser üzerinden yaptığı notunu düşer. Ancak Kanar’ın büyük emekler ve zaman harcayarak yaptığı çeviride de Çelebi’de olduğu gibi hikâyenin İslâmileştirildiği görülmektedir. Öyle anlaşılıyor ki Profesör Minovî de bu aşk hikâyesini, Vîs û Râmîn’i tıpkı Lamiî Çelebî gibi İslâmileştirmiştir. 


14 Şubat 2014
Akşam KİTAP eki

http://www.aksam.com.tr/ekler/kitap/ask-gomulu-define/haber-284545 


İş Hâli