Hasip Bingöl ile Söyleşen Nurettin Durman
* NOT: Şair Nurettin Durman'ın benimle yaptığı aşağıdaki Söyleşi, Gerçek Hayat dergisinin 10 Mart tarihli nüshasında yayımlanmıştır. Ancak söyleşinin İTALİK ve renkli olarak verdiğim son kısmı, nedenini bilemediğim tarafıma hiçbir şekilde bilgi verilmeksizin herhangi bir gerekçe gösterilmeden SANSÜRLENMİŞ olup yayımlanMAmıştır. Söyleşiden murad ettiğimiz şeyin iyi anlaşılması için, bütünlüklü olarak yayımlanması icap etmektedir.
Yeni şiir kitabın Poeta non Grata ile ilk kitabın Kayıp Tablet’teki arayışın farklı bir yere evirildiğini söyleyebilir miyiz? Ya da bir huzursuzluğun dışa vurumu demek mümkün mü? Nereden icap etti bu istenmeme…
Sözün seyr û sülukü suyun seyr û sülukü misillüdür. Zira kalpten sökün eden söz, bünyeden ve dimağdan firak edip yola revan olduğunda, bir yandan geçtiği güzergâha izini nakşederken beri yandan da yeni arayış yollarını inşa eder. Öyle ki her arayış daima bir kayıpı ima etmektedir. Doğrusu her birimizin şu salındığımız yeryüzü cehenneminde kişisel menkıbesinin ardından sürüklendiğine inanıyorum. Bilhassa bir lanetli olarak taife-i şuara, aynı zamanda kovulmuş olmanın çetin imtihanında kalbine sükûnet ve serinlik taşımanın da hesabıyla arayışına devam eder. İmtihanı çetindir; zira bir yandan Tanrı’nın kutsal kitaplarında cehennem çağrıcısı yalancı bir lanetli, bir yandan da devlete katkısı olmayan bir düşman olarak iki sürgün arasında hayatını idameye mahkûm edilmiştir. Buna karşın ehl-i şuara, belki söz iksirinin idrakinde bir seyyah olarak sözünü Tanrı’nın sözünün hemen yanı başına yazma iştiyakında bir heveskâr olma arzusundadır. Kendi namıma şedid bir heveskâr olmamaya talibim. Şedid bir heveskâr olmanın halden ziyade kale ilişkin bir vaziyet olduğunu söylemeliyim. Buna sebep daire-i imkân mertebesince mesafeli durmaya gayret ediyorum. Zira kalin hale tagallüb etmesi her ne kadar günümüzün geçer akçesi ise de, nazar-ı hakikatte muteber olan kuşkusuz aksi olandır. Ne kadar becerebildim bilemiyorum, aksi olanı kendime rehber edinmeye gayret ettim. İlk kitabım ile ikinci kitabımın yayımlanması arasında öyle pek uzun bir zaman geçtiğini söyleyemem. Soruda bahsettiğiniz arayışın farklı bir yere evirilmesine gelince…
Evet,
arayışın farklı bir yere evirilmesi için altı yıl gibi bir zaman diliminin iktifa
edeceği kanaatindeyim. Lakin bu arayışın keskin olduğunu söyleyemem. Belki daha
derinlerde, kayıp olanın izini sürerken tesadüf ettiğim vaziyetler üzerine,
güzergâhta yapmaya çalıştığım kimi değişiklikler demek lazım. Her arayış yeni
bir değişikliğe, yeni bir huzursuzluğa gebedir. Bu arayışta neyle karşılaştın,
ne buldun da istenmeyenliğe kanaat
getirdin derseniz, şunu rahatlıkla söylemek mümkün. Fark etmekten ziyade ifade
etmekle alakalı bir durum bu. Yoksa yenilerde olan ve benim yeni fark ettiğim
bir şey değil. Şöyle bir baktığımızda içinde bulunduğumuz zaman diliminde bir
yandan bireysel ötekileştirmeler bir vakıa iken, bir yandan toplumsal
inkârların, toplumsal uzaklaştırma ve ötekileştirmelerin giderek derinleştiğini,
giderek toplumların birbirini yok saydığı, hatta varlıkların ötekini yokluğu
üzerine inşa ettiği durumdan söz ediyorum. Doğrusu toplumsal istenmeme
durumları hayatımızı esir almışken, birey olarak payımıza biçilen ötekiliğe
razı olacağız çaresiz. Hele şiire kıyısından köşesinden bulaşmışsanız öteki
olmanın, istenmemenin idrakinde olmak durumundasınız. Şayet buna müdrik değilseniz,
böyle bir endişeniz yoksa iktidarların, gücün yedeğine düşmemeniz için hiçbir
neden yok. Bu söylediklerimle şiirin kutsallığı gibi bir lafügüzaf yahut şair
yüceltmesi yapmak gibi bir derdim olmadı hiçbir zaman. Böyle bir anlayışa da oldum
olası mesafeliyim. Lakin şair, yazdıkları ve söyledikleriyle gücün ve iktidarın
uykularını kaçırmıyorsa sükût etmesi daha doğru bir tavır olur. Kendi adıma,
şiirin ontolojik kaynağını gücün karşısında direnebilmesinde buluyorum. Bu
ontolojik kaygı ve huzursuzluktan hareketle yazmaya gayret ediyorum.
“Bir
Evrakın Kanar Boşluğu” şiirinizin finalinde şöyle diyorsunuz: “her yenilgi bir vadidir içimde.” Bunu derin
yaralar var’a, kırıklıklara yoruyorum. Sarih bir izahı olmalı, derim. Açıklaması
mümkün mü?
Doğrusu kırılmayı kişisel bir zemin üzerinden okumadığımı, bu manada önemsemediğimi söyleyebilirim. Böyle bir tavrı hakikat düzleminde bencillik olarak görüyorum. Şeyhü’l-Ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî mealen “küçük kâinat olarak insan, büyük kâinatın bir minyatürüdür. Zira insan varlığı, âlemden kat kat küçük olsa da, o büyük âlemin bütün hakikatlerini kendisinde toplamaktadır.” buyurur. Bunu önemsiyorum. Bu manada şahsın/bireyin biricikliğini son derece kıymetli buluyorum. Burada üzerinde durduğum, sıkıntılı gördüğüm husus, bireysel olanın bencilliğe evirildiği nokta. Yoksa Şeyhü’l-Ekber’in buyurduğu, insanın mikrokozmosluğu hakikatinin hilafına davranmış oluruz. Dolayısıyla yazıyı, yazmayı bu manada önemsiyorum. Yazmak dediğimiz hadise, evet kendimizden yola çıkarak başlayan bir eylem, ancak yazma eylemi her şeyden evvel ontolojik bir mesele. Ontolojik olarak yazı, küçük kâinatı aşkın büyük kâinata doğru bir yolculuktur. Bu seyr ü süluk, bireysel olanın geriye itilip müteâl ve ulvî olanın ikâmesi çabasıdır. Bu noktada yeri gelmişken İmam Âli Efendimizin şu sözünü nakletmek isterim. “Sen kendini küçük bir cisim sanırsın, ama en büyük âlem sende gizlidir.” Sanırım meseleyi özetliyor bu söz. Naçizane böyle bakmaya gayret ediyorum. Ne denli üstesinden geldin derseniz, açıkçası buna kifayet edecek bir cevabım yok. Öyle ki şu modern zamanda biten her gün, bir şekilde tortular bırakıyor, biriktiriyor kalbimizde. Buna ne derece direnebiliriz yahut kalbimizi, aklımızı ve ruhumuzu ne derece arındırabiliriz modern zamanın üzerimize boca ettiği kirlerden, bilemiyorum. Mümkün mertebe içinde bulunduğumuz zamanın kirli hesaplarından, şiddetinden uzak durmak. Bütün hesabım buna ilişkin. Evet, çağın tuzaklarına mesafeli durmanın bir neticesi olarak, kimi zaman derin bir keder, kırıklıklar oluyor tabii. Bundan kaçamayız sanırım. Zamanla geçer nasılsa, diyorum. Geçiyor da nitekim.
“Ziyan”
olan çok şey var hayatta. “Artık kabaran
deniz değilsin”/ “Tuhaf şeyler oluyor”
dünyamızda. Bütün bunlar haliyle çağrışımlara götürüyor insanı. Kim/lerin
hayatları acılar içinde geçiyor. Ziyan olanı biraz daha açar mısın?
***